İlk sorguladığım şeylerden biri insanların neden savaştığıydı. İnsanın, en değerli şeyi olan canını ortaya koyması için nasıl bir sebep olabilirdi? (Daha sonraları daha değerli şeyler olduğunu anladım, ona sonra döneceğim. ) Uzun bir dönem bu duruma anlam veremedim ve tek açıklamasının sistematik beyin yıkama olduğunu düşündüm. Tamamen hatalı sayılmam ama koskoca bir fenomeni açıklamaya yeterli bir gerekçe değildi. Beyin yıkama da aslında yeterince araştırılmamış bir konu. Mikro düzeyden makro düzeye pek çok seviyede beyin yıkamayla devamlı karşı karşıya kalıyoruz. Hatta bizzat doğanın içimize yerleştirdiği oto-beyin yıkama mekanizmaları dahi var. Bunların hepsinin ne anlamı var, tek bir nefeste anlatmak zor.
Benim içgüdülerim zayıf olmalı, çünkü herkesin içgüdüsel olarak bildiği şeyleri benim anlamam çok uzun zaman aldı. 12 yıl zorunlu eğitimde üremenin anlam ve öneminden bir kez söz eden olmadı. Kimse söz etmeyince ben de söz edilmeye değmeyecek kadar önemsiz olduğunu varsaydım. Meğer üremenin önemini herkes içgüdüsel olarak bildiği için ayrıca öğretmeye gerek görmemişler. Evrimdi, doğal seçilimdi öğrenmeye başlayınca ben de durumun vehametini kavramaya başladım.
Yakın vakte kadar çocuk yapmanın aptalca ve sorumsuzca bir iş olduğunu düşündüm. Kendine ayırabileceğin vakti ve kaynağı neden çocuk yaparak heba edersin ki? Çocuk yapmasaydın eğer özgür olacaktın, halbuki şimdi ayağında prangalar, elinde kelepçeler... Kendine harcayabileceğin kaynakları çocuklarına akıtıyorsun. Çocuksuz kral gibi yaşayabilecekken, çocukla kıt kanaat geçiniyorsun. İşte çok yakın zamana kadar bu insanların aptallığından ve durumun absürtlüğünden dem vurmaktaydım.
Batıda evlilik kurumunun çökmesi ilgimi çeken bir konuydu. Zaten manasız bulduğum evliliğin terk edilmesi ancak batının bilgeliğinin sonucu olabilirdi. Bu fenomeni daha yakından ve birinci ağızlardan takip edince her şeyin bu kadar toz pembe olmadığını gördüm. Batıda boşanma oranları tavan yapmıştı ve yalnız annelerin yetiştirdiği çocuklar sorumsuz, disiplinsiz ve suç işleme eğilimindeydi. Aile kurumunun köküne dinamit koymak o kadar da iyi bir fikir olmayabilirdi. Peki batıda yanlış giden neydi?
Anlaşılan üçüncü dalga feminizm batı toplumunda dengeleri ciddi biçimde değiştirmişti. Kadınların git gide artan hakları erkeklerin hareket alanını kısıtlamaktaydı. Feministler daha da ileri gidip erkekleri sömürülecek bir meta olarak görmekteydi. Evlilikte kadınların aldatma oranları çok yüksekti ve pek çok erkek çocuğunun kendisinden olup olmadığı bilmemekteydi. Buna karşılık Fransız parlamentosu yakın zamanda aile kurumunu korumak için babalık testi yaptırmayı yasakladı ve mahkeme kararı olmadan babalık testi yaptıranlara hapis ve para cezası uygulamaya karar verdi. Hatta boşanma durumunda çocuk başkasından olsa bile erkek nafaka ödemek zorundaydı. Anlaşılan kadınların aldatmasının faturası erkeklere kesiliyordu. Buna benzer olarak İsviçre parlamentosu eski kız arkadaşa nafaka alma hakkı tanıdı. Yine benzer şekilde bir kadın bir erkekle, fiziksel zorlama olmadığı halde, istemeden ilişkiye girdiğini beyan ederse erkek tecavüz suçundan yargılanıyordu. Bu tip yasalar erkekleri evlilikten ve genel olarak ilişkilerden soğutmuştu. Evlenen erkeklerin kısa süre sonra boşanıp ömrünü nafaka ödeyerek geçirdiğini gören erkekler evliliğin büyük bir kazık olduğuna ikna olmuştu.
Kadına ekonomik ve politik güç kazandıran feminizm hareketi sosyal yapının kaçınılmaz olarak değişmesine sebep olmuştu. Daha önceleri kadının kiminle evleneceğine karar veren erkeklerdi. Daha doğrusu kadının cinselliğini ne zaman ve ne şekilde kullanacağına karar verenler erkeklerdi. Kadının ekonomik gücü yokken evlenene kadar babasının evinde oturacak ve babasının sözünden çıkmayacaktı. Evlenince de kocasının sözünden çıkmayacaktı çünkü başka alternatifi yoktu. Kadının ekonomik güç kazanması aynı zamanda bu karar mekanizmasını da eline almasını sağladı. Kadınlar artık ergenlikten itibaren istedikleri gibi cinsel ilişkiye girebiliyorlardı. İçgüdüler bir kez daha sosyal yapının önüne geçmişti. Kadınlar artık cinselliği istedikleri gibi yaşayacak ve erkeklerin bunda söz hakkı olmayacaktı.
Bu durumun sonucu olarak ilginç bir tabloyla karşı karşıya kalıyoruz. Kadınlar seks yapmak için uzun boylu, yakışıklı ve karizmatik erkekleri seçiyorlar. Bu kategorinin dışında kalan erkeklerse tabiri caizse nal toplamakta. Kaba bir hesapla kadınların yüzde 80'i erkeklerin en iyi %20'siyle seks yaparken erkeklerin %80'ine ancak kadınların dipteki %20'si kalıyor. Bu acı gerçekle yüz yüze gelen erkekler pornografinin ve video oyunlarının bir numaralı tüketicisi konumuna geliyor.
Feminizm sayesinde batıda cinsellik doğal seyrine girmiş durumda. Yani insan yapımı kuralları ve seksin regülasyonunu terk edip içgüdülerin seyrine göre gelişen bir cinsellik fenomeni var. Ancak doğal demek her zaman bizim için en iyisi anlamına gelmiyor. 10'lu ve 20'li yaşlarda cinselliğini özgürce yaşayan kadınlar yaşları 30'a dayandığında evlenip çocuk sahibi olmak istiyorlar. Bu kadınların büyük çoğunluğu iş evlenmeye gelince zamanında seks yapmaya can attıkları uzun boylu ve karizmatik erkekleri maalesef bulamıyorlar. Artık güzelliğinin son demlerini yaşayan kadın kendisiyle evlenmeye ikna olacak bir erkeği bulmakta zorluk çekiyor. Bulabildikleriyse ancak eskiden yüzüne bakmadıkları kısa boylu ve ezik erkekler oluyor. Tabi arzulamadıkları bir erkekle yaptıkları evlilik çoğu zaman hüsranla sonuçlanıyor.
Bütün bunları şunun için anlatıyorum: insan doğal durumuna döndüğünde ortaya çıkan tablo hayvanlarda gördüğümüzle aynı. En yakın kuzenimiz olan Bonobo şempanzelerinde erkeklerin %20'si üreyebilmektedir. Bu oran diğer primatlarda değişmekle birlikte tablo aşağı yukarı aynıdır. Dişi çiftleşmede seçici konumdadır, çünkü erkek yüzlerce dişiyi hamile bırakabilirken dişi her seferinde bir erkekten hamile kalabilmektedir. Bu yüzden dişi için erkeğin genlerinin kalitesi hayati öneme sahiptir, çünkü bu neslini devam ettirmek için tek şansı olabilir.
İstisnasız her hayvan çiftleşme hakkına sahip olmak için savaş vermektedir. Hatta şunu söyleyecek kadar ileri gidebiliriz: tüm canlıların varoluş amacı çiftleşmektir. Canlılar gen taşıyıcılarıdır: bu genleri yeni nesile aktarmakla görevli robotlardır. Genlerin tek amacıysa çoğalmaktır. Bir bakteriye sınırsız kaynak verdiğinizde bölünerek 24 saat içinde dünyanın kütlesine ulaşabilmektedir, yani o kadar hızlı çoğalma potansiyeline sahiptir. Onun önündeki tek engel yeterli kaynak olmamasıdır. Bu yüzden kaynak olduğu ölçüde çoğalabilir. Bu tüm canlılar için geçerlidir. Kaynak, üremenin gerek şartıdır.
Peki, bir erkeği diğerini öldürüp kaynaklarına ve kadınlarına el koymaktan alıkoyan nedir? Hiçbir şey. Zaten hayvanlarda olan budur. Çiftleşme mevsimi geldiğinde erkekler arasında ölümle veya sürgünle sonuçlanan kavgalar çıkar. Çiftleşme hakkı için ölümüne savaşırlar, kazanan tüm dişilere sahip olur. İnsanların ezelden beri savaşlarındaki motivasyon kaynağı da bu olmuştur: kaybedenin kaynaklarına ve kadınlarına sahip olmak. Kabile içindeki iç savaşın ve kabileler arası savaşın gerekçesi aynıdır. Savaşta diğer kabilenin erkeklerini yok edenler, çiftleşme haklarını en az yüzde 100 artırmış olacaktır. Bu insanlar doğanın kabul ettiği tek başarı için savaşmaktadırlar: neslini devam ettirme başarısı.
Çiftleşme mevsiminde diğer erkekleri yenen erkeğin tüm dişilere sahip olması gibi, iç savaşı kazananlar kabiledeki tüm kadınlara sahip olacak, diğer kabilenin erkeklerini öldürenler diğer kabilenin tüm kadınlarına sahip olacaklar. İşte savaşın nihai manası budur.
İşte düşmanlığın, ötekileştirmenin evrimdeki fonksiyonu da bu çerçevede açıklanabilir. Doğal seçilim rekabeti gerektirmektedir. Bu rekabetten galip çıkan büyük ödülün sahibi olacaktır. Ötekileştirme bu amaç yolunda bir araçtır. Kendi kabilemi örgütlemek için bir yöntemdir. Bir nevi beyin yıkama metodudur. Karşıdakini canavarlaştırarak onu öldürmeyi haklı göstermektir. İki kabileden biri diğerini yok edecekse en iyi örgütlenen hangisiyse başarılı olan o olacaktır. Bunun bir üst versiyonuysa ideolojidir. Daha büyük toplum içinde örgütlenmenin yöntemidir, ötekileştirmeyle kol kola giden daha sistematik bir araçtır.
Nihayetinde savaş bir kumardır. Kaynaklarını ele geçirmek üzere karşımdakine saldırırsam onu öldürme ihtimalim olduğu kadar ölme ihtimalim de vardır. Bireysel bazda genetiği üstün olan galip gelecektir, hayvanlarda olduğu gibi. Grup bazında ise en iyi örgütlenen galip gelecektir. İnsanı genetik + memetik olarak tanımlarsak grup seçiliminde memetiğin önemi öne çıkmaktadır. Yani bir grup insanın, genetik özellikleri dışında sahip oldukları her şey bu kategoriye girer. Sahip olduğunuz teknik, teknoloji, strateji ve ideoloji hangi tarafın galip geleceğinde büyük ölçüde belirleyici olacaktır. Sıcak savaşta tecrübe kadar motivasyon önemlidir. Hangi grubun savaşçıları en çok gözünü karartmış, en çok adanmışsa savaşın ortasında tereddüte düşme, korkuya kapılma, savaştan kaçma şansı daha düşük olacaktır. İslamın başarısı bu noktada ortaya çıkmaktadır. Kendi zamanına göre İslam, rafine edilmiş, ustaca dizayn edilmiş, mühendislik harikası bir ideolojidir. Bu ideolojinin başarısı bu mücahitlerin genlerini ve ideolojilerini üç kıtaya yaymalarına olanak sağlamıştır.
Sonuç olarak savaş, insan toplumunun default durumudur. Savaşın gerçekten şaşılacak bir tarafı yoktur. Savaş, hayvanların pençeleriyle yaptıklarını top ve tüfeklerle yapmaktır. Savaş, komşuyu öldürüp malına konmaktır. Veya öldürmeyip maaşının yarısını sana vermeye zorlamaktır. Hepsi bu bokböceğinin bokları toplayıp içine yumurtlamasıyla aynı şeydir. Bok onun için hazinedir, yaşam kaynağıdır. İnsan için de mal ve para aynı şeydir. İçine yumurtlayacak bir öbek boktur.