Bir türün başarılı olduğunun tek kriteri zamana direnmesidir. Zamana direnmenin yolunuysa canlılık sürekli yenilenmede bulmuştur. Ölümsüzlüğün bedeli her nesilde yeniden doğmaktır. Her nesilde yeniden doğmak değişimin yolunu açar. Değişim, türün adapte olmasını sağlar. Adaptasyon, çevre sorununu çözmenin en önemli koşuludur. En basit canlıda bu sonsuz komplekslikteki problemin çözümünü görürüz.
Yeniden doğuş, canlının çevre problemine daha verimli çözümler üretmesini sağlar. Daha verimli olan tür daha başarılıdır. Türler birbirleriyle de, kendi içlerinde de bir verimlilik yarışındadırlar. Kaynağı en etkin kullanan zamana karşı en çok direnendir. Bu kuralın modern devletler için dahi geçerli olduğunu görürüz. Kaynaklarını en etkin biçimde kullananlar uluslararası arenada en çok güce sahip olurlar. Bu kural şirket bazında da geçerlidir, kabile bazında da geçerlidir, birey bazında da geçerlidir. Amerika, kaynaklarını etkin kullanarak, tasarruf ve yatırımla milyoner olan sayısız insanla doludur. Serbest piyasanın güzelliği bu sürecin çok hızlı işlemesidir.
Muhakkak ki her canlının hayatının her adımında bir gaye peşinde olduğunu görürüz. Bu gayeler genel çerçevede kaynak toplamak ve neslinin devamlılığını sağlamaktır. Söylemesi kolaysa da bunlar sonsuz komplekslikte sorunlardır. Canlılar kaynak toplama problemini çözmek için cinsiyetler arası farklılaşmaya gitmiştir. Bir cinsiyet yavruların hayatta kalmasıyla ilgilenirken diğeri kaynak toplama görevini üstlenir. Bunun da sebebi yine tam olarak verimliliktir. Bu farklılaşmanın pek çok sonucu vardır. Çocuk doğurma/bakma kapasiteleri arasında bireyler arasındaki fark minimalken, kaynak toplama kapasitesi inanılmaz fark edebilir. Bu kapasiteler eş seçiminde en önemli faktördür.
Bunun sonucuysa rekabet ve hiyerarşidir. Topluluk içindeki bireyler arasındaki rekabet genellikle ölümcül değildir, çünkü bireyler arası rekabetin ölümcül olması grubu zayıflatarak topluluklar ve türler arası genellikle ölümcül olan rekabetin grubun aleyhine sonuçlanmasına sebep olacaktır. Bu sebepten canlılık bu soruna hiyerarşiyle çözüm bulur. Hiyerarşi, en iyi olmasan da gruba katkıda bulunduğun sürece hiyerarşideki konumun ölçüsünde grupta olmanın nimetlerinden faydalanabilmen anlamına gelir. Hiyerarşinin en dibinde olmak bile ormanda yırtıcılara yem olmaktan iyidir.
Hiyerarşi aynı zamanda dişinin eş seçimi sorununu da çözer. Erkekler rekabet ederek genlerini aktarmaya en layık olanları hiyerarşinin tepesine koyarlar. Statü dişileri mıknatıs gibi çeker. Statü sinyali, çoğu insanın zamanının büyük kısmını alır. Buna da şaşırmamak gerekir, genlerini aktararak zamana direnmenin yolu statüden geçiyorsa, insanlar statüyü edinmek veya taklit etmek için elinden geleni yapacaktır. Sonuçta soyunu devam ettirebilmek, doğanın nihai sınavıdır.
Bireyin topluluk içinde başarısı, hiyerarşide yükselmesi, sınavın ilk kısmıdır. Bireyler arası rekabetin bir üstü topluluklar arası rekabettir. İnsanlık tarihinin tamamına yakını kabileler arası savaş ve kıyımdan ibarettir. İki topluluktan hangisinin üstün geleceğini belirleyen nedir, derseniz, bunun cevabı aslında insana dair pek çok gizemin de kapılarını açar. Hangi nitelikler bir kabileyi diğerinden üstün kılar? Yetkinlik, organizasyon, verimlilik, yönetim, adanmışlık, kararlılık.... Bunların her biri çözümü çok zor sorunlardır. Kabile içinde her kafadan bir ses çıkmamasını sağlamanın aşikar bir yolu yoktur. Barış halinde kabile şefinin yanında olsalar bile savaş durumunda çil yavrusu gibi dağılmamalarını sağlamanın aşikar bir yolu yoktur. Savaşmakta kararlı olsalar bile savaş meydanında kıyımdan geçmemelerini garanti etmenin belli bir yöntemi yoktur. İşte insanlık, tarihinin büyük bölümünde bu sorunlara çözüm üretmek için can hıraş çaba harcamıştır.
İnsanlık tarihi boyunca, grubun çıkarını bireysel çıkarı üzerinde tutanlar zamana karşı direnebilmiştir. Bu aile, kabile, sülale, millet seviyelerinde geçerlidir. Büyük gruplar halinde işbirliği yapabilmek insanın en büyük icadıdır. Bireyler arası mücadelenin hiyerarşiyle sonuçlanması gibi, kabileler arası mücadele de eninde sonunda yine hiyerarşiyle sonuçlanmıştır. En güçlü, en organize, en kalabalık kabile diğerlerine boyun eğdirerek düzeni, hiyerarşiyi kurar ve stabiliteyi, barışı sağlar. Bu kabileler üstü organizasyonun adı devlettir. Aynı süreç devletler arasında da gerçekleşir. Bin yıllar boyu süren savaşların sonucu yine aşağı yukarı stabil bir hiyerarşik yapıda sonuçlanmış gibidir.
İnsanın doğayla olan savaşı bitmeye yaklaşırken, birbiriyle olan savaşları hız kazanmıştı. Yani insanın sınavı bir nevi platform değiştirdi. Önce yırtıcılardan korunmaya çalışırken, sonra diğer kabilelerden korunmaya çalıştı. İnsanın çevre problemi bir nevi yüz değiştirdi. İnsanın avı da, avcısı da insan oldu.
Bu süreçlerin hepsi geçtiğinde, stabil modern dünyada insanın sınavı nedir? İnsan tüm sınavlarını vermiş ve evrimin nihai hedefine ulaşmış mıdır? Durum öyle görünmüyor. Bu stabiliteyi tehdit eden unsurlar hızla çoğalıyor. Bu unsurların biri teknoloji. Teknolojik gelişmenin öncülerinin fikirleri önümüzdeki 20 yılda, son 2000 yıldakinin toplamından daha büyük gelişmeler olacağı yönünde. Bu gelişmeler doğru uygulandığında yeryüzünde cenneti gerçekleştirebilir, fakat kötü ellerde dipsiz bir kaosun kapağını da açabilir. İkincisi gelişmiş ülkelerin popülasyon sorunu. Doğum oranı çok düşük olan bu ülkelerin bir nesil sonra ne olacağı belirsiz. Bu ülkelere Afrika ve Ortadoğudan aşırı göç olması da stabiliteyi tehdit eden bir unsur. Bu göçmenlerin çoğu dil bilmiyor, çalışmıyor ve halkın vergileriyle besleniyorlar. Ekonomi bunları besleyemez olduğunda ne yapacaklarıysa belli değil.
Başka bir unsur da genellikle üniversitelerde yayılan medeniyet düşmanı ideolojiler. Tek amaçlarının yıkmak olduğunu açık açık söyleyenler batıda üniversiteleri ele geçirmiş durumda. İş gücüne olan ihtiyacın hızla azaldığı bir devirde, yıkıcı ideolojilerle doldurulmuş tatminsiz gençlerin durumu basıncı hızla artan bir buhar kazanı gibi. Bu ekstra enerji doğru şekilde yönlendirilmezse yıkıcı bir güç patlaması olarak kendini göstermesi muhtemel.
Önümüzdeki 20 yılda insanlığın bir varoluş kriziyle yüzleşmesi gerekeceği git gide kesinleşiyor. Bu krizi çözmek bizim hiç alışık olmadığımız bir çevreye uyum sağlamamız anlamına gelecek. Çalışmanın, yaşlanmanın, üremenin olmadığı bir dünyada insanın varoluşunu nasıl gerekçelendireceği belirsiz. İnsanın uyum sağlama kapasitesi nereye kadar uzanıyor, zaman gösterecek.