2 Kasım 2011 Çarşamba

Dava

Yasanın önünde bir kapı bekçisi bekler. Bu bekçiye taşradan bir adam gelir ve yasaya girmek için izin rica eder. Ancak kapı bekçisi, ona şimdi giriş izni veremeyeceğini söyler. Adam düşünür ve ardından, yani ilerde girmesine izin mi verilecek, diye sorar. “Mümkün,” der kapı bekçisi, “ancak şimdi değil.” Yasaya açılan kapı, her zamanki gibi açık durduğundan ve kapı bekçisi yana çekildiğinden, adam, kapıdan içericisini görebilmek için eğilir. Kapı bekçisi bunu fark edince güler ve “Seni bu kadar çekiyorsa, yasağıma rağmen içeri girmeyi dene,” der. “Ama unutma: Ben Kudretliyim. Üstelik ben sadece en alt düzeydeki kapı bekçisiyim. Bir salondan ötekine kapı bekçileri beklerler; her biri öncekinden daha kudretlidir. Daha üçüncüsünün görünüşüne, ben bile dayanamam.” Taşralı adam bu türden zorluklarla karşılaşacağını ummamıştır. Yasanın herkese, her zaman açık olması gerekir diye düşünmüştür; ama şimdi, kürk paltonun içindeki kapı bekçisine, onun o büyük, sivri burnuna, uzun, seyrek, siyah Tatar sakalına daha dikkatli bakınca, iyisi mi giriş iznini alana kadar bekleyeyim, diye karar kılar. Kapı bekçisi ona bir iskemle verir ve onu kapının yanına oturtur. Adam, orda, günlerce ve yıllarca oturur. İçeriye bırakılmak için birçok girişimde bulunur. Kapı bekçisi onu sık sık küçük sorgulara çeker; memleketi hakkında ve başka birçok konuda sorular sorar; gelgelelim bunlar, büyük efendilerin sorduğu cinsten, öylesine, mesafeli sorulardır ve her seferinde, sonunda onu henüz içeri bırakamayacağını söyler. Yolculuk için yanına birçok şey alan adam, ne kadar değerli olduğuna bakmadan, kapı bekçisini rüşvetle ikna etmek için her şeyi kullanır. Gerçi beriki hepsini kabul eder, ama bunu yaparken; “Sırf elinden geleni yapmadığını düşünmeyesin diye bunu kabul ediyorum,” der.

Kapı bekçisi, adamı birçok yıl boyunca neredeyse aralıksız gözetleyip durur. Adam, öteki kapı bekçilerini unutur ve bu ilk kapı bekçisi, yasaya girişin biricik engeli gibi görünür ona. Bu talihsiz rastlantıya, ilk yıllarda, sağa sola aldırış etmeden, yüksek sesle lanetler okur; ilerde, yaşlanınca, artık sadece kendi kendine homurdanıp durur. Çocuklaşır ve kapı bekçisini yıllarca incelemesi sonucunda, onun kürk yakasındaki pireleri de keşfetmiş olduğundan, pirelerden de, kapı bekçisinin fikrini değiştirmesi için kendine yardım etmelerini rica eder. Sonunda, gözleri ışığı daha zayıf algılar; çevresi gitgide daha mı kararıyor, yoksa gözleri mi onu aldatıyor, bilemez. Ne var ki tam o anda, karanlığın içinde, yasanın kapısından gelen, söndürülemez bir ışık parıltısı fark etmektedir. Bundan sonra fazla yaşayamaz. Ölümünden önce, zihninde, bütün o yılların deneyimleri, o ana kadar kapı bekçisine yöneltmediği bir soru’nun içinde toplanırlar. Katılaşmış bedenini doğrultamadığı için, parmağıyla, kapı bekçisine yanına gelmesini işaret eder. Kapı bekçisi, ona doğru iyice eğilmek zorundadır; çünkü boy farkı, adamın aleyhine, çok fazla artmıştır. “Hala ne öğrenmek istiyorsun?” diye sorar kapı bekçisi, “Doyuma ulaştırılamaz birisin.” “Herkes yasaya ulaşmak için çabalar,” der adam, “nasıl oldu da, bu birçok yıl içinde benden başka kimse giriş izni talep etmedi?” Kapı bekçisi, adamın artık ölmek üzere olduğunu anlar ve iyice azalmış olan işitme yetisi yüzünden, ona kükrercesine: “Burada, senden başka kimse giriş izni alamazdı, çünkü bu giriş sadece sana ayrılmıştı. Şimdi gidip onu kapatıyorum,” der.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder