Şu bir gerçek ki sosyoekonomik düzeyle kaçınılmaz bir dönüşüme doğru yol alıyoruz. Bu süreç otomasyonun fabrika işçilerinin yerini almasıyla başladı. Sürücüsüz araçlarla, röntgen okuyan, çeviri yapan, makale yazan, rapor hazırlayan yapay zeka algoritmalarıyla bu makineleşme süreci hızla devam edecek. Üretim araçlarının da gelişip moleküler düzeyde üretim yapan nano fabrikaların ortaya çıkmasıyla üretim maliyetleri neredeyse sıfıra çekilecek. Bu durum inanılmaz bir bolluğa, adeta yer yüzünde cennetin yaşanmasına sebep olacak kimilerine göre. Bu gidişata bakılırsa her şeyi makinelerin ürettiği, insanlarınsa sadece tükettiği bir gelecek bizi bekliyor. Böyle bir senaryo nasıl işleyebilir görelim.
Canlılığın evrimine baktığınızda kaynak her zaman sınırlayıcı faktördür. Egemenlik hiyerarşileri bu sınırlı kaynağın nasıl paylaşılacağını belirlemek üzere ortaya çıkmıştır ve sonuçta bizim de dahil olduğumuz sosyal yapıyı ortaya çıkarmıştır. Sonuç olarak sosyal yapılar ve kurumların hepsi kaynak paylaşımını düzenlemeye yöneliktir. Kaynağın sınırsız olduğunu durumda bu kurumların ve yapıların hepsi fonksiyonunu kaybedecektir. Örneğin bir araba üretmenin maliyetinin sıfır olduğunu düşünelim. Tek bir tuşla kapınızın önüne sıfır maliyetle yeni bir araba getirebiliyorsanız, o arabanın çalınmasının hiçbir anlamı ve hukuki sonucu olmayacaktır.
Bilim kurgu yazarlarının hep düştüğü bir tuzak vardır. Gelecekte bazı şeylerin değişeceğini öngörürler, fakat hikayelerindeki diğer şeyler hep aynıdır. Örneğin Isaac Asimov'un Vakıf kitabında akla hayale gelmeyecek teknolojiler üretilmiştir ancak hala asansörlerde kolu çeviren asansör görevlileri vardır. Veya insanüstü yetenekleri olan robotlar geliştirildiği halde insanlar hala günümüzdeki meslekleri yapmaktadır. Günümüzün düşünürleri de buna benzer tuzaklara düşmekte. Elbette insanın her alanda uzman olması ve bir yeniliğin her alandaki etkilerini öngörebilmesi mümkün değil. Yine de bu argümanları irdeleyerek hataları göstermemiz mümkün.
Sınırsız kaynak mevcut olduğunda ne olacağını görmemiz için canlının kaynakla olan ilişkisini iyi tanımlamamız gerekir. Kaynağın temel fonksiyonu canlıyı beslemektir. Canlı kaynak toplayarak kendini ve kendi soyunu besler ve hayatta tutar. Canlılığın anlamı bu iken kimin en iyi kaynak toplayabildiğine göre bir hiyerarşi oluşur ve bu hiyerarşi eşeysel seçilimde belirleyici rol oynar. Yani sonuç olarak canlı kendini ve döllerini besleyecek kaynağı ortaya koyduktan sonra, bunun üstü sosyal hiyerarşiye oynamaktır. Bu hiyerarşideki konumu canlının daha kaliteli ve daha çok sayıda eş bulmasını sağlayacak, sonraki nesillerde genlerinin ne kadar baskın olacağını belirleyecektir. Tabi, bunların hepsi kaynağın sınırlı olduğu durumlarda geçerlidir.
Kaynağın sınırsız olduğu bir durum henüz yaşamadık fakat ona benzer bir durum yaşandı. Şöyle ki, ABD'deki sosyal yardım reformu 60'lardan itibaren özellikle zenci mahallelerinde çok ciddi sosyal dönüşümlere sebep oldu. Şöyle ki o döneme kadar zenciler ABD'de en muhafazakar, dindar, aile bağları güçlü olan kesimdi. 60'lardan itibaren fakirliği bitirmek üzere fakir ailelerin tüm kira, gıda, giyim, sağlık, eğitim vb hizmetlerinin karşılanması için fon yaratıldı. Bu fon fakir yörelerde bir nevi aile kurumunun dibine dinamit koymuş oldu. Yörenin sosyoekonomik konumunu da göz önünde bulundurduğunuzda, örneğin fabrika işçisi olan bir erkek, kadın için hiçbir ekstra getiri sağlamaz duruma geldi. Hatta devletin bekar annelere yaptığı ekstra yardımlar kadınların boşanması için bir motivasyon olmuştu. Çalışmanın erkek için hiçbir üreme avantajı sağlamadığı bu ortamda sonraki nesillerin tamamı işsizdi. Yine de, egemenlik hiyerarşisi ortadan kaybolmadı. Ailesini beslemek için çalışan erkeklerin yerini, yöredeki egemenlik için çatışan çeteler aldı. Çetenin diğer çeteler arasındaki konumu ve bireyin çete içindeki konumu bir statü göstergesi haline geldi. Zenci yörelerinde çete cinayetleri ve şiddet başını alıp gitti. Günümüzde dahi zenciler arasındaki egemenlik savaşları ABD'deki cinayetlerin yüzde 70'ini oluşturuyor. Yani, özet olarak kaynak getirmenin bir avantajı olmadığında, erkekler birbirlerini boğazlayarak birbirleri üzerinde egemenlik kurup, bu sayede üreme avantajı elde etmeye çalışıyorlar. İşte, ABD'deki fakirliği bitirme deneyinin sonucu budur.
Dünyayı bu yönde dönüştürmeye çalışan dahiler, mucitler, düşünürler, kendilerini gerçekleştirmiş bireylerdir. Bu kişilerin hayattaki vizyonları ortalama insandan çok farklıdır. Bilişsel uyumsuzluk (cognitive dissonance) denilen fenomen bu durumda etkisini gösterir. Bu kişiler, kendi vizyonlarının ve motivasyonlarının herkes için geçerli olduğuna (yanlış olarak) inanmaktadır. Ancak tarihin bize gösterdiği üzere durum böyle değil. İnsanlığın çoğunun sorunları kaynak yetersizliği sebebiyle ortaya çıkmakta, fakat kaynak bolluğu bu sorunları çözdüğü gibi daha kötü sorunlar yaratmakta. Çünkü, insan açlıktan, hastalıktan veya soğuktan ölmediği sürece biyolojik anlamda kaynak sorunu yoktur. Temel ihtiyaçların üstü sosyal hiyerarşide rekabettir. Ayda 10 bin kazanan birinin 20 bin kazanmak istemesi kaynak problemine çözüm yaratmak için değildir, hiyerarşideki rakiplerine avantaj sağlamak içindir. Medeniyet bu rekabeti şiddet içermeyen biçimde gerçekleştirmenin sınırlarını belirlemiştir. Piyasadaki kaynak üretme beceriniz sosyal hiyerarşideki konumunuzu belirler. Sosyal hiyerarşide yükselmek içinse seçenekleriniz yine bellidir: yüksek eğitim, ticaret, girişimcilik gibi. Bu seçeneklerin mevcut olmadığı durumda, sosyal hiyerarşi ortadan kalkmayacak, fakat, sosyal hiyerarşide yükselme yöntemleri radikal olarak değişecektir. Şiddet içermeyen rekabet araçlarının ortadan kalkması şiddet içeren rekabeti geri getirecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder